Neler Oluyor Hayatta

Söyleşi - İktidarı reddeden bir dindar: Enver Aydemir

Enver Aydemir dini inançlarına ters olduğu gerekçesiyle askerlik yapmayı reddetti ve başına gelmeyen kalmadı. Taraf Gazetesi konuyla ilgili Aydemir'le bir röportaj yapmış ve sütunlarına sığmayan bu röportajın devamını internet sitesine taşımış*. Enver Aydemir'in sadece askerlik değil, başka konularda da söyleyecek pek çok sözü var.




Şimdi İzmit’te cep telefonu parçaları satan bir dükkân işleten 34 yaşındaki Enver Aydemir, dünyaya bir Kürt aşiretinin ve molla bir babanın oğlu olarak geldi. Babasının iki karısı, Enver’in dokuz kardeşi vardı.

Ortaokulda İmam Hatip’e giden Enver liseden sonra eğitim hayatına bizim bildiğimiz gibi devam etmedi. Önce bir yıllığına Kırgızistan’da bir üniversiteye gitti. Sonra da Kur’an’ı daha iyi anlamak için Arapça öğrenmek amacıyla Suriye’de 3,5 yıl kaldı.

Özellikle Kırgızistan’daki inziva kendi tabiriyle onu Türkiye’de tanıdığı tüm Müslümanlardan farklı bir Müslüman yaptı. Önceden Müslümanların savaştığı her yeri cihat alanı diye bilirdi, hatta kendisi de Afganistan’da savaşmaya gitmeyi bile düşünmüştü. Dönüşte tüm bunlar gayrımeşru geliyordu. Geçmişte şiddete şiddetle karşılık veren hatta haraç isteyen mafyaya ateş eden Enver’in bu konulardaki tavrı da değişmişti.

Türkiye’ye geldikten sonra 2007’de evinden zorla alınarak askere götürüldü. Askerlik yapmayı reddetmesi üzerine iki ay cezaevinde tutuldu, sonra birliğine teslim olması söylenerek salındı. Aralık 2009’da “Her Türk asker doğmaz” etkinliğine giderken yolu kesildi. Yine askerlik yüzünden tutuklandı. Enver’in cezaevinde yaşadığı işkencelere babası da karşı çıktı, çoğu ateist olan diğer vicdani retçilerle eylemlere katıldı. Yedi ayın sonunda devlet ona askerî üniforma giydirmek için verdiği mücadelede pes etti. Enver GATA’nın bahçesinde dolanırken, kendisini hiç görmeyen doktorlar “antisosyal kişilik bozukluğu nedeniyle askerlik yapamaz” raporunu imzaladılar.

Bugün Türkiye’de 25’i kadın toplam 138 vicdani retçi var. Çoğunluğu anarşist ve antimilitarist olan retçilere son bir ay içinde Kürt Vicdani Ret Hareketi’nden 16 genç katıldı. Retçilerden İnan Süver hâlen cezaevinde.

***

Şu bir sayfa bana hiç bu kadar dar gelmemişti... Bir yandan laik TC’nin askeri olmayı reddetmek bir yandan Peygamber’in savaş emrine karşı çıkmak... Cihattan tutkuyla bahsederken Filistin mücadelesini eleştirmek... Kürt olduğu için işkenceden geçirilmek yine de “PKK zalim” demek.

Türkiye’nin 138 vicdani retçisinden biri olan Enver Aydemir’in dünyası benim şimdiye kadar pek aşina olmadığım türdendi. Şimdi bu sayfaya o dünyadan mümkün olduğunca parçayı sığdırma derdindeyim.

» Askere gitmemeye ne zaman karar verdin?

11 yaşında. Benim babam molladır. “Bu gâvurların okuluna göndermem diyip” göndermiyordu çocuklarını okula. Bana, “Seni gönderirim ama İmam-Hatip’e gidersen” dedi. İstemiyordum ama gittim. Orta ikideyken yurdun mescidinde üst sınıflardan biriyle karşılaştım. Aşkla bir şeyler anlatıyordu, devleti eleştiriyordu ama babamın anlattıklarından başka bir şey anlatıyordu. O adamı dinledim.

» Ne anlattı o adam sana?

O adam bana “la ilahe illallah”ı öğretti; yani Allah’tan başka ilahları reddederim. Bunun hayattaki karşılığı şuydu, putlar vardır, önünde secde eden adamlar vardır ama biz öyle yapmayız. Sonra bununla ilgili ameller geliştirdim. Öğretmenlerin önünde önümü iliklememeye, kravat takmamaya, geldikleri zaman ayağa kalkmamaya başladım. ‘İstiklal Marşı’na girmemeye başladım. O zamanlarda “Ben Müslüman’ım, askere gidemem” dedim.

» Bu davranışlarına karşı ne yaptılar okulda?

Dayak yedim. Disipline gittim.

» Şeklen de olsa seni yola getirmişlerdir herhalde?

Yoo.. Ben hiç ‘İstiklal Marşı’na katılmadım o günden sonra. Protesto ediyordum, çıkıp gidiyordum. Allah’ın lütfu hep üzerimdedir. Beni okuldan atmadılar. Babam çok zengindi. Okula yardımlarda bulunurdu. O biraz etkili oldu herhalde.

» Sen hayatını otoriteyi reddetmek üzerine kurmuşun, bunun yolunu yordamını da ortaokuldan beri geliştirmişsin.

Putçu düşünmeyi, kötülüğü, yanlışı reddetmek, bunun bir parçası olmamak... Allah’tan başka ilah yoktur diyoruz ya, aslında bu böyle değil, Allah’tan başka ilahları reddederim. Başka ilahlar var. Hakiki ilahlık niteliklerine sahip değiller ama varlar, onları reddederek başlıyorsun. Temel mantık bu işte. Babaya itaat etmeyeceksin. Babamla çok kavga ettik, “Senin kolunu keseceğim” dedi, “Elimi nasıl öpmezsin”...

» Babanın elini öpmedin mi?

17-18 yaşına kadar öpmedim. “Namazdaki gibi eğiliyorum, sen kimsin ben senin önünde eğileceğim. Tanrı mısın!” dedim. Çıldırdı. Çok zoruna gitti. Beni de çok sever, özel bir ilişkimiz var onunla. Sonradan eyvallah çektik, o özel bağdan dolayı yamulduk belki. Belki de aşırıya kaçtığımızı fark ettik.

» Annenin elini öpüyor muydun?

Öpüyordum, çünkü anneminki bir otoriteyi simgelemiyor. Anneminki tamamen doğal, öyle bir ilişki türü işte...

» Okula dönecek olursak, başka neler yapıyordun okulda?

Okul yönetimine karşı, diğer Müslüman gruplara karşı, iyi söz söyleyen yaklaşık yüz kişilik bir gruptuk. Sınıfa tarih öğretmeni giriyor, bir şey anlatıyor “Hoca anlattığın yalan. Doğrusu bu!” diyorsun. “Osmanlı gittiği her yere adalet götürdü” diyor. Sen “Osmanlı gasp etti, insanları kazığa oturttu” diyorsun. Osmanlı’da Yeniçerilik diye bir şey var. Git, Hıristiyanların çocuklarını al, onları Müslümanlaştır, sonra anne babalarına karşı savaştır. Böyle bir cinayet türü var mı?

» Mahkemedeki savunmanda da bugünkü askerlik için yeniçerilik diyorsun...

Muhalif insan için bu, böyledir. Askere giden yeniçeriliği kabul etmiştir. Ordunun görev tanımı “iç ve dış düşmana karşı”dır, laik olmayan insanlara, bu devletle mücadele edenlere karşı bekçidir. Sen onlar için mürtecisin, bazen birinci bazen ikinci tehditsin Askere kendi değerlerine karşı savaşmaya gidiyorsun.

» Askere gitmeyi reddetme nedenin bu mu?

Benim için her şeyden önce zorunlu askerliğin kendisi bir problem. Kimsenin haddi yok birine savaşacaksın, asker olacaksın, öleceksin, öldüreceksin demeye. Peygamber bile emretse haddini aşmış olur. Mesele zorunlu askerliğin parçası olmamak... TC laik olmuş, şu din olmuş, bu din olmuş, anlamı yok bu noktada.

» Ama sonuçta ortada toplumsal sözleşmeyle kurulmuş bir devlet var. Bu devleti tanımıyor musun?

Birincisi ortada toplumsal sözleşme yok. Devletler kurulurken, birtakım adamlar, genellikle silahlı güçler oluyor bunlar, “Bu etrafını çevirdiğim yer benim çiftliğim” diyor. Olay kabadayı mantığıyla dönüyor.

Beni Allah yarattı, burada yaratılmamı takdir etti. Burada yaşıyorum diye birtakım kurallara uyarım. Elektriği getiren insanlara karşı bir borcum var bunu da elektrik faturasını ödeyerek yerine getiririm. Ama “Burada yaşıyorsun, her dediğimizi yapacaksın”, bu sağlıklı bir düşünce değil. Ben niye senin dediğini yapayım? Sonuçta temel insani değerler var. Birisi bir hakkı benden alamadığı gibi bana veremez de. Benim adıma karar verebilecekleri bir şey değil bu.

» Hak derken, öldürmemek benim hakkımdır mı, diyorsun.

Öldürmemek insanın en doğal, en temel hakkıdır. Temel mesele öldürmemektir. Öldürmek istisnai bir olaydır. Canını korurusun, canın gibi olan, velayetinde olan kişinin hakkını savunma dışında –o da yakışanı değil, yaptığının karşılığı olmak üzere- birini nasıl öldürebilirsin?

» Cihat için ne düşüyorsun?

Cihat tutkulu bir şeydir. Ama bugün Türkiye’deki Müslümanların anladığı şey değil, saldırı ya da fetih değil. Benim anladığım cihat özgürlük savaşçılığıdır. İnsan yeterli bir yaratık olmadığı için mutlaka kul olacaktır, Allah’a kul olmuyorsa başka şeylere kul oluyordur. Müslüman, diğer insanların başka şeylere kul olmasını dayatan koşulları ortadan kaldırmak zorundadır. Devletler, kendi devamlarını sağlamak için bazen zorbalıklılar, entrikalar yapar, insanların özgür olmadıklarını görmelerini, özgürlük imkânlarını engeller. Özgürlük savaşçıları giderler o zorbaların, ilahlık taslayanların düzenini dağıtır. Cihat budur. Orayı kendi toprakları kılmazlar, kılamazlar.

» Ama cihat için ölürsün de öldürürsün de?

Ölürsün de öldürürsün de... Gönüllü olarak yaparsın bunu. Savaşmayanla, teslim olanla savaşamazsın. Bu işin bir hukuku vardır.

» Bir yerdeki insanların gözlerinin köreltilmiş olduğuna ve oradaki zorba düzenini kaldırmaya kim nasıl karar verebilir?

Bugün ortada böyle bir Müslüman yok. Kur’an’ın tanımladığı gibi bir Müslüman toplum yok. Bu 1400 yıldır kaybedilmiş... Bir nesildi, 50 yıl yaşadı, geçti. Bir rüya görüyorum ben, öyle diyeyim. Benim anlattığım cihat, bir rüya... Ama rüya yaşanmayacak şey değil, yarın olabilecek şeydir. Onun için konuşuyorum sizinle, başka insanlarla iletişim kuruyorum, rüyamı paylaşabilir miyim diye... Rüyamızı ortak kılabilir miyiz, diye...


O Laz komünist, ben Kürt Müslüman
» Çocuklarının ismi ne?


Biri Ubeydullah, Allah’ın kulcağızı demek, benim ruh yapıma çok uygun bir isim. Kızın ismi de Meryem, kulağa güzel geldiği için.

» Karın Kader’di değil mi?

Kader ona anne-babasının koyduğu isim. O kendine Nehir demiş. Biz de Nehir diyoruz...

» Güzelmiş... Sen bildiğinden şaşmadığın için babanla, hocanla, Kürt’le, Müslüman’la takışıyorsun. Bir karınla...

Karımla da anlaşamıyorum (gülüyor)

» Öyle mi?

Yok yok.

» Nasıldır ilişkiniz, diye sorabilir miyim?

Karımla ilişkim biraz farklıdır... Benim dershane arkadaşımın arkadaşıydı. Bir iki eylemde karşılaştık sonra muhabbet gelişti. Bir yıl bir tanışıklığımız oldu. Ama ben Müslüman o komünist.

» Dinle falan hiç ilgisi yok, Allah’ı tanımıyor?

Tanımıyor... Evleneceğiz ama babam açık kadın düşmanı. İnsanları aforoz etmiş kaç kere, yok gelini açıkmış, yok kızını okula göndermiş... Babam asla kabul etmez. Ben zorla örttürmem. Ailesinden kendim isteyeyim dedim. Gittim, konuştum. Reddettiler... Biz de evleniyoruz dedik, evlendik.

» İmam nikâhı kıydınız mı?

Hocanın gelip de kıydığı bir nikâhımız yok. Nikâh akittir. Biz şöyle bir akit yaptık. Dedik ki insanlar idealist bir şekilde evleniyorlar, ama bir süre sonra ya ayrılıyorlar ya da idealistliklerinden vazgeçiyorlar. Biz öyle karı koca olmayacağız. Şimdi arkadaşız 10 yıl sonra da arkadaş olacağız. Sen bağımsız bir kişiliksin, ben bağımsız bir kişiliğim, böyle kalacağız, dedik.

» Çocuklarımı bu kadın büyütecek diye düşünmedin mi?

Ya kocaman yangın var içimde. Çok sıkıntı çektik evliliğimizde. Nasıl bir aile olacaksın, kolay değil ki... Onun geldiği gelenek var, benim geldiğim gelenek var. O Laz kızı ben Kürt’üm, onun ailesinin 150 yıl öncesinden resmi var, hiç örtülü insan yok, benim ailemde hâlâ açık insan yok. O Devrimci Sosyalist İşçi Hareketi üyesi... Benim alakam yok...

» Evlendikten sonra ne oldu?

Babamlar duymuşlar benim evli olduğumu. Başka bir çocuğu olsa reddedecek de benle özel bir durumu var. Aileden sevdiğim bir iki kişiyi göndermiş. “Gelinin başına bir başörtü atalım, babanızın elini öpün” diyorlar. Dedim ki, “Olur mu öyle şey?” Nehir dedi ki “Bir dakika, benim adıma niye karar veriyorsun? Ben bu din nasıl bir şeymiş merak ediyorum. Bakarak olmaz; Müslüman’ca yaşam teneffüs etmek itiyorum Olmazsa çıkar gideriz.” Sonra bana dinle ilgili sorular sordu ve Müslüman olmaya karar verdi. Ben o sormadan hiçbir şey anlatmadım. Allah var, bile demedim.


Kürt kimliği bir cana değmez
» Sen bir Kürt olarak nasıl sıkıntılar yaşadın?


Çocukken başlıyor... Ben zengin sayılabilecek bir ailenin çocuğuydum, elbiselerim farklı olduğu için, Türklerin mahallelerinden okula gelen çocuklar benimle oynardı. Kürtlüğümü görmezlerdi, ben de sesimi çıkartmazdım. Ama diğer Kürt çocuklarla oynamazlardı. Orada tavır geliştirememiş olmak benim için hep bir eziklik olmuştur. Mesela bizden önce otobüse almamışlar Kürtleri Hereke’de... Benim annem de otobüste Kürtçe konuştuğu zaman fırça atmışlardı, “Burası Kürdistan değil” diye...

99’da Nevroz’a katılmıştım. Bir hafta aldılar bizi terörle mücadele şubesine. Soydular çırılçıplak, elektrik verdiler, soğuk suyun altına soktular, iğrenç iğrenç şeyler... Hepsini yaşadım. Niye yaşadığımı bilmem hâlâ. Hiçbir zaman hiç bir örgütle bağlantım olmadı. Sadece ateş yakıldı, bir tur halay çekildi.

» Hâl böyleyken, PKK’nın mücadelesini nasıl görüyorsun?

PKK zalim bir örgüttür. Çok çirkin bir savaş yürütüyorlar. Savunma için değil, caydırma için değil, propaganda için otobüse bomba atıyorlar. Bu nedenle, haklı bir davaları olsa bile teröristler. Evet, Türk devleti çocukları öldürüyor, evleri yakıyor. İnsanların ırzlarına geçtiğini de biliyorum. Ben gördüm bunu, ben bir kızın bacaklarının arasına cop sokulduğunu gördüm, bu gözler gördü bunu. Ama onlar zaten ahlaksızlık üzerine kurmuşlar dünyalarını. Sen hak üzerine yola çıktığını söylüyorsun. Sana hiç yakışık almaz.

» Peki ama PKK olmasaydı Kürtlere hâlâ kart kurt denmeyecek miydi?

Bu millet sırf Kürt varlığını kabul etsin diye, 40 bin insan ölmüş... “Bin insan” gayrımeşru bir ifade, kaç tane “bir insan” ölmüş. Varsın tanınmasın Kürt kimliği... Lanet olsun, Kürt milleti diye bir millet yeryüzünden kalkmış olsun. Dünyanın bir zenginliği yok olmuş olsun. Değer miydi bir tane cana? Değmezdi. Varsın ben Kürt’üm diyemeyeyim. Birini öldürmem. Öldürme hakkını vermez ki bu bana.

Veyahut da tek yol bu muydu, silah mıydı? Tamam, insan aciz gerçekten ama bu muydu yani? 40 bin insan ölecek, birilerinin ırzına geçilecek, birileri sakat bırakılacak, psikolojileri gidecek, binlerce insan on yıl, yirmi yıl cezaevlerinde kalacaklar. Bu kadar mı çaresiziz?

» Filistin mücadelesi için ne düşünüyorsun?

Ben bir horoz için ölürüm. Yanlıştır ama bir horoz için insan da öldürürüm. Bu ben, horoz ve o adam arasındadır. Adamın karısını, komşusunu, onu destekleyeni, alkışlayanı içermez. Filistin’de El Kassam mıdır ne halttır... Adam tutuyor füze atıyor isabet de ettiremiyor. Sonra evine giriyor. İsrail geliyor, “evinden çık” diyor, çıkmıyorsun. Zaten merhameti yok. Evini başına yıkıyor, çoluk çocuğunla beraber... Hangi özgürlük savaşıymış! Çocuklar da senin meselene inanıyormuş! Ama onlar çocuk... Çocuğun ne olduğunu hepimiz biliriz, çocuğu şeker için ölüme gönderebilirsin... İsrail devleti baştan sona suçludur. Ama o adam, evinden çıkmayan adam, suçsuz mu? Biz onu Müslüman diye kahraman yapıyoruz Türkiye’de.

» Filistinlilerin toprakları gasp edildi deniyor?

Dünyada devletler böyle kurulur zaten. Gelir birisi “Burası benim çiftliğim” der, kapatır. Dün sen yapmıştın, bugün onlar yaptı, şimdi onların silahı daha kuvvetli. “Ben sevmiyorum ama İsrail devlet” diyeceksin. Niye kabul etmiyorsun?


“İslami retçi” puştça söylem
» Sen cezaevindeyken, “İslami retçi mi, yoksa vicdani retçi mi” sorusu çıktı ortaya. Sen nasıl tanımlıyorsun kendini?

“İslami retçi” “imani retçi” çok puştça söylenmiş bir sözdür. Düzenden rahatsız olan insanlar –sağ, sol, Müslüman, değil, hepsi- benim olayımdan memnun oldular. Müslümanlar bu işi onlara kaptıramayalım dediler. Aslında benle çok ciddi problemi var hepsinin.

» Peki, vicdani retçi misin?

İnsanın inancının şekillendirdiği şey vicdandır. Ama anarşizm ama ateizm olur, ama savaş karşıtlığı olur. Eğer kelime anlamından yola çıkıyorsak bu eylem vicdani ret eylemi olarak tanımlanabilir. Benim vicdanımı şekillendiren şey imanım. Ama bu eylemi benden, bütün dünyamdan soyutlayıp koyarsan bir vicdani ret eylemidir. Yoksa ben öyle birisi değilim. Eyleme şu bu olarak bakmıyorum. Ben imtihan olarak bakıyorum.


Müslümanlarla karıştırılmak istemiyorum
» Beni anlamak isteyen insan şunu da bilsin dediğin, bir şey var mı?


Müslümanlarla karıştırılmak istemiyorum. Çünkü Müslümanlar kötü insanlar, adaletlerini kaybetmiş insanlar. Peres tartışmasında kim Tayyip Erdoğan’ın haklı olduğunu söylerse adaletsizlik yapmış olur. Peres haklıydı. Peres “Önce kendi ülkene bak. Ülkenin güneydoğusuna bak” gibi bir şey söyledi. Sonra Tayyip fıttırdı. Çünkü suçluluk duygusu vardı, Peres doğruyu söyledi.

 İsrail hapishanelerinde üç bin küsur Filistinli çocuk var; taş atmak, benzeri eylemlerden dolayı tutulan. Türk hapishanelerinde benzer eylemlerden tutulan çocukların sayısı dört binin üzerinde. 14-15 çocuk İsrail hapishanelerinde işkenceden şikâyetçi. Türkiye’de bu sayı 400’ün üzerinde. Müslüman adam alkışlayamaz Tayyip’i “Peres sen de namussuzsun ama bu sözün doğru” der. Tayyip’e “Önce kendi bahçeni temizle, ya da iki bahçeye beraber müdahale et” der. Söyleyenin adı biraz bize benzeyince, onun adı Tayyip, benimki Enver olunca, aynı dinin isimleri olunca hemen taraf oluyoruz... Ama işin bir de gerçeği var. Eğer Filistinlilerin İsrail’de geliştirdiği gibi bir mücadele Türkiye’de Kürtler tarafından geliştirilse, ben çok daha ağır bedellerin Kürtlere ödetileceğini çok iyi biliyorum. Kendim de yaşadım. 93-94 serhildanları Filistin’e benzer. Orada insanların üzerine tankları sürdüklerini biliyoruz.

İki sene önce yaşadık, Van’da bir çocuğu polisler copluyorlar, çocuğun kolunu kırdılar. Burada hiçbirimiz sokağa düşmedik. Muhammed diye bir çocuk öldürüldü Filistin’de babasının yanında. Biz Türkiye’deki Müslümanlar onun için ilahi, marş ne zıkkım deniyorsa ondan besteledik, eylemler yaptık. Kızıltepe de iki yaşında bir çocuk...

» Uğur Kaymaz...

Bak ismini bile bilmiyorum. Ama Filistin’dekini biliyorum. Uğur öldürüldüğü zaman çıtımız çıkmadı. Ben onlardan değilim... Benim için Uğurla Muhhamed arasında hiçbir fark yok. Uğur benim için daha öncedir çünkü benim burnumun dibindedir. O sesini çıkartamayan, Kürt meselesi için sadece kıllarını kıpırdatan zalimlerden değilim. Onların kefesine koyup beni eleştirmesinler, haksızlık ederler.


Ben askere gitmiyorum, siz ne gerekiyorsa yapın
» Vicdani retçileri ilk ne zaman duymuştun?

98-99 yılında solcuların dershanesine gidiyordum. Onların bir kafesi vardı, garip tiplerdi, solcular mıydı, anarşistler mi, karışık mı takılıyorlardı bilmiyorum. Bir gün Yaşar Kurt’un “Silah veriyorlar anne” şarkısı çalıyordu, yan masada garip tipli çocuklar oradan askerlik muhabbeti yapamaya başladılar; “Bir tanesi varmış, askerliği reddetmiş, vicdani retçiymiş, Mahkemeye çıkmış sizin askeriniz olmam demiş.” Böyle üç beş kelime duydum.

» Sana ilk askerlik kâğıdı ne zaman geldi?

98 yılında geldi, akşam lisesine gidiyordum, oradan tecil hakkın olmuyor. Askere alacaklar beni. Artık çıkış yolu kalmadı. Kuşadası’nda bir arkadaşımın yanına gittim. Ayağıma sıkayım, sakat edeyim de öyle gitmemeyim dedim Ben Müslüman’ım nasıl askerlik yaparım. Ayağımızdan, kolumuzdan, bir uzvumuzdan vazgeçeceğiz... Babam sağolsun, bir arkadaşını aramış. Parası olan, sosyal çevresi geniş bir adam. Bana hakkım olmadığı halde üç yıl tecil yaptırmış... Bana “gel” dedi, “bir tarafını vurma”.

» Sonra yurtdışına çıktın. Yurtdışından dönüşte yine çıktı askerlik karşına...

Yine geldi önümüze askerlik kâğıdı. Bir arkadaş bana “bak senin gibi davranan insanlar var, ortak bir şey yap, basını da arkana al, bir şeyler olur,” dedi. İnternette savaşa karşıtları, vicdani retçileri falan gösterdi. Ben unutmuşum o kafede duyduklarımı.

Bu arada ben karakola gittim “Ben askerlik yapmayı istemiyorum, o yüzden bu evrakı almaktan imtina ediyorum” diye bir dilekçe yazdım. Sonra, bu işe başladık, devamını getirelim, diye düşündüm. İzmit’te Yabancı Askerlik Şubesi var. Burada, Askerlik Şube Başkanı’nın odasına gittim. Dedim, “beni askere çağırıyormuşsunuz”. “Git işlemlerini orada yaptır” dedi. “Yok, ben size askerlik yapmayacağımı söylemeye geldim. Ben askerlik yapmayı reddediyorum. Beni arıyorsunuz, kâğıt falan göndermişsiniz, yapmayacağımı bilin, ‘ne yapacaksanız yapın’ demeye geldim” dedim. “Nasıl yani” dedi, “senin böyle bir hakkın yok ki bildiğim kadarıyla”. “Var ya da yok. Yasalarınız sizi bağlıyor, beni bağlamıyor, ben böyle davranmıyorum, Ne gerekiyorsa yapın” dedim. Sonra yanındaki askerlere “Bir beş dakika kapının önünde bekler misiniz” dedi. Bana “Ya, onların yanında rahat konuşamadım, onların kafası karışacak. Ne oluyor, sen ne diyorsun” dedi... Durumu anlattım. “Ne yapacağım ben şimdi” dedi. “Ne bileyim” dedim “Ben geldim sana, bu iş senin sorumluluğunda”. “Ben ne yapacağımı bilmiyorum, sormam lazım” deyip beni iki saat beni bekletti. Sonra “Ne yapalım biliyor musun” dedi, “Ne sen beni gördün, ne ben seni gördüm. Ne zaman yakalamanı çıkartırız, kim seni yakalar onun başına bela ol” dedi. Öyle çıktım gittim.

» Vicdani retçilerle ilk karşılaşman nasıl oldu?

2007’de İstanbul’a İHD’ye geldim. Orada bir arkadaş vardı. Biraz konuştuk, nasıl oluyor bu işler, yasal prosedür nedir, diye “Ya...özür dilerim... siz” dedi, “niye?” dedi. “Ben Müslüman’ım” dedim. “Ne diyorsun sen ya. Müslümanlık zaten bu ordunun temel yapısıdır” dedi. Benim için önemli bir konuşma oldu, o. “Ya, yazık” dedim, ‘Hiç anlatamamışız Müslümanlığı, hiç bilinememişiz”. Onlar da suçlu, o kitabı okumamışlar, doğru ya da yanlış ne diyor diye bakmamışlar. Ama benim de bir suçum var, anlatamamışım. Bana benzer o kadar da çok adam var. Askerliklerini yapıyorlar ama olaya yabancılıklarını nasıl anlatamamışlar.

» Senin sakin sakin gülümseyerek anlatış tarzın var. Cezaevindeki süreçte de böyle anlattığın anlar oldu mu?

Oldu, çok oldu... Ben sloganik ifadelerden uzak duruyorum, konuşmaya daha yakın cümleleri tercih ediyorum. Benim cezaevinde işkence görmemle ilgili haberler basında çıkınca, “Enver’le ilgili olumsuz haber bizden kaynaklanmasın” dediler. Benimle de “Lütfen ekstra sorun çıkartma da gül gibi geçinip gidelim” gibisinden konuştular. Baktılar ki slogan atacak bir tip değil, slogan atmıyor, millete bulaşmıyor, bağırıp çağırmıyor, bulaştıklarında da bağırmıyorum, o süreçte bayağı konuştuk.

» Vurduklarında ne yapıyordun?

Ne yapayım. Bir şey yapmıyorum. Sadece bir keresinde çok canım yandığında “Zalimsiniz” demiştim... Canın yanmaktan ziyade acayip psikolojik bir durum. Yedi sekiz kişi küt pat yere yatırıyorlar. Birisi yüzüne, göğsüne vuruyor, biri kaldırmış falakaya yatırıyor, garip bir şey yani. “Zalimisiniz siz” dedim. Bağırdım mı bilmiyorum. Bağırmamaya çok dikkat ediyorum. “Bir dakika. Ben niye zalim oluyorum. Ben görevimi yapıyorum” dedi başgardiyan. Ben böyle bir görevi olamayacağını söyledim. “Şöyle bir bakar mısın. Ben ne yaptım. Ben nereyi bombaladım kimi öldürdüm” dedim. Sonra dedi ki “Yemin ederim ne sana vuracağım ne de vurulmasını emredeceğim” dedi. Ertesi günden itibaren yanımdan ayrılmıyorlardı. Ben tek başıma koğuşta kalıyorum, benimle sohbete geliyorlardı. Soruyorlardı, “Bu nasıl, peki bunu nasıl çözeceğiz?” Bir tanesi ağladı, yaptıklarından pişman oldu. Özür dilediler, helallik istediler. Beni sevdiler, anladılar. Orada ilk başta kim olursa olsun hoşgeldin dayağı atıyorlar. Bak bir şey yaparsan, neler yaparız demeye getiriyorlar. Cezaevinin âdeti bu. Ben hiç boynumu bükmeyince şiddetin dozajı arttı. Komutanlar biliyorlardı ama kimi dövdüklerini bilmiyorlardı çocuklar... Nerden bilsinler, köyünden gelmiş çocuk, ne bilir tavır almayı. Devlet işkenceci yapmış çocukları işte...

» Askerî birlikteyken?

Birlikteyken de kötü haber istemiyorlardı. Bu sefer konuşmak zorunda kaldılar. Benim askerlerin arasında kalmama izin vermiyorlar, askerlerle kalmayayım, onların kafalarını bulandırmayayım diye. Ben yanlarında oturuyorum, bir şey de yapamıyorlar. Sövemiyor dövemiyor, konuşma ihtiyacı hissediyor, merak da ediyor, O zaman soruyor ‘‘Bu nasıl oluyor, bu nasıl oluyor?” “Ya aslında sen iyi biriymişsin, seni kullanalar var dışarıda.” Çünkü ben onların insanlığına hitap ediyorum. Çünkü o işkenceyi yapan adamın bile bir yerlerinde bir şeyler var, tozlanmış aşağılarda kalmış bir şeyler var. Eğer onu çıkartabilirsen o an sorgulayabiliyor, az sonra devam ediyor puştluğuna ama...


Cuma idarecilerle hesaplaşma günüdür
» Sen dünyadaki tüm devletlere karşısın. Nasıl yönetileceğiz peki?

Yönetilmeyeceğiz. Bundan çıkacağız. İşlerimizi idare eden birisi olacak. Şöyle anlatayım: Biliyorsun bir söz var; üç Cuma’ya gitmeyenin namazı kılınmaz. Niye bu böyle? Kimse cevabını bilmez. Sanırlar ki Tanrı’nın birtakım saplantıları var, o yüzden böyle emirlerde bulunuyor. Böyle değil. Bu namaz cuma günü kılındığı için o ismi almamıştır. Toplanma namazıdır o, o yüzden adı Cuma’dır. Cuma günü o bölgenin Müslümanları toplanırlar, iki rekât da namaz kılarlar, Allah’ı zikir ederler. Sonra otururlar, meselelerini tartışırlar, hepsi beraber karar verirler. Öyle birisi yönetecekmiş de, beş kişi biraraya geldik, sizin için yasalar çıkarttık, bundan sorumlusunuz, da... Böyle bir şey yok. Her cuma işleri teslim ettiğimiz adamlarla hesaplaşma günümüzdür. Kabul etmediklerimiz için, “Ben bunu kabul etmiyorum” deme günüdür. Cuma namazı senin meclis vaktindir. Cuma namazına gelmediğin zaman ya “Ben bu işleyen düzeni reddediyorum” diyorsundur. Onlar da senin cenazene gelmiyorlar çünkü o toplum seninle neyin helalleşmesine girsin. Ya da hiçbir şey umurunda olmayan, insan olma nitelikleri zayıflamış bir insansındır. Ama bugün Cuma namazı diye bir şey yok. Oraya geçiyorsun, iki rekât namaz kılıyorsun, birisi çıkıyor tepeye saçma sapan şeyler söylüyor. Ondan sonra bitiyor, gidiyorsun. Böyle acayip uyduruk bir şey.

» Senin için idare böyle sağlanacak yani...

Evet... Ben diyorum ki herkes aynı niteliktedir. İnsanlar insan olmak bakımından eşittir, herkes insan olma hakkını kullansın. Din bunu emrediyor. Öte tarafta, sen diyorsun ki “Ben beş yıllığına insanlığımı bütün her şeyim için vekalet veriyorum”. Sen beş yıl boyunca nasıl teslim edersin iradeni, kim bu adam? Bir insan nasıl böyle bir sağlamlıkta olabilir? Sonra onlar senin tepene karga oluyorlar. Sen hesap soramıyorsun. Böyle bir şey olmaz. Sonra bu gerçekliği kabul ediyoruz, kelimeler seni itiraf ettiriyor: Diyorsun ki; nasıl yönetileceğiz. Sen niye yönetilesin, koyun musun?

» Cuma namazına gidiyorsun, değil mi?

Yok, hayatımda hiç Cuma namazına gitmedim.


Bundan sonra...
» Bundan sonra ne yapacaksın?

Ben Allahın kuluyum Allah’ın kulu olmaya yakışır bir eda takınmak zorundayım.

Benim kavgamın çoğu halkladır. İnsanlarla bir cedelim, bir mücadelem var... Biz değişirsek her şeyin değişeceğine inanıyorum. Şimdiye kadar toplumdan uzak duruyordum. Şimdi artık bir cenaze olduğu zaman cenazeye gideceğim, hoca konuştuğu zaman diyeceğim ki, “Hoca bir dakika, şu mikrofonu versene bir de ben konuşayım”. İnsanlara diyeceğim “Çocuklarınızı öldürmeyin, kürtaj gibi bir problemimiz var. Tefecilik yapıyoruz, kimseye karşılıksız borç vermiyoruz, kimseye merhamet etmiyoruz. İnsanları öldürüyoruz. Kızımız bir oğlanla oynaştığı zaman, dövüyoruz, öldürüyoruz, oğlana göz yumuyoruz. Karımız zina ederse onu tutup öldürüyoruz, kendimize serbest. Alçaklaşıyoruz, Allah buna razı değil. Bu hocalar sizi kandırıyorlar, az önce mikrofonu elinden aldığım adam da kandırıyor. Devlet sizi sömürüyor, Tanrılık iddiasındalar” diyeceğim.

» Ne diyecekler acaba?

Ne diyecekler bilmiyorum. İnsanların toplu olarak bulunduğu yerlerde bulunmam ve uyarılarda bulunmam gerektiğini düşünüyorum... Bir de bu devletin ayinleri var, 23 Nisan gibi bayramları var. Oralarda da gidip insanları uyaracağız, “Cehenneme gidiyorsunuz, kendinizi kurtulduk zannetmeyim, her an ölebilirsiniz, bakın bu kıyamet her an kopabilir, bu Allah’ın gazabını çekmeyin.” Bunları söyleyeceğim... İnsanlara söz söyleyeceğim...



* Tuğba Tekerek tarafından yapılan bu röportaj Taraf gazetesinin internet sitesinden alınmıştır: http://taraf.com.tr/haber/reddetmisim-dunyayi.htm
Tags: , , ,

1 yorum

  1. http://yazilikosem.blogspot.com/ aynı cızgıdeyız bır göz atın

Yorumsamacılık