Türkiye Yunanistan olur mu?
Baştaki sözü sona saklamak gereksiz bu bahiste. Ulusalcılarımız rahat olsun. Her türden milliyetçimiz, muhafazakârımız, “ordu göreve”cimiz rahat olsun...
“Polis grafiticilere müdahale etmezse böyle olur”a getiren liberalimiz* de rahat olsun... Yunanistan’daki kardeşi komünist parti gibi provokasyon edebiyatını dilinden düşürmeyen “emek” partimiz de aynı şekilde rahat olabilir bu ülkede...
“Polis grafiticilere müdahale etmezse böyle olur”a getiren liberalimiz* de rahat olsun... Yunanistan’daki kardeşi komünist parti gibi provokasyon edebiyatını dilinden düşürmeyen “emek” partimiz de aynı şekilde rahat olabilir bu ülkede...
Hep beraber aynı tekerlemeyi okuyabilirler korkmadan:
“Tür-ki-ye Yu-na-niis-tan ol-ma-yaaa-cak!”
Dünyanın en içli şarkısını yüzüncü kez dinlediğiniz anı hatırlar mısınız? Bu topraklarda yıllardır yaşadığımız en büyük trajedinin minyatürüdür o an.
Ruhunuzun bir parçası kaybolmuş gibidir. Anımsama yeteneğiniz elinizden alınmış gibi... En sevdiklerinizden birini yitirmiş gibi derin bir boşluk içine düşmüşsünüzdür belki... Sağır ve dilsiz... Kör ve hissiz... Dingin değil takatsizdir ruhunuz.
O şarkıyı her dinleyişinizde içinizde kopan fırtına dinmiştir artık. Tek dal bile kıpırdamamıştır o son seferde. Daha önce doksan dokuz kere aynı teline basılmıştır da duygularınızın; sonuncusunda derin bir sessizlikle karşılaşmışsınızdır.
Vefasız bir sevgili... İmkânsız bir aşk... Ulaşılamayan vuslat... Yitip gitmiş bir hayat... Sislerin içinden çıkıp gelen anı parçaları... Karanlık geceleri katlanılır kılan titrek bir mum ışığı... Tüm bunlar ve belki dahası olmuştur o şarkı: İçinizi titreten bir iç çekiş... Gözünüzdeki buğu... Yüreğinizde ince bir sızı...
Dünyanın en içli şarkısını yüzüncü kez dinlediğiniz o an, daha önce doksan dokuz kez içinizde parlayan meşalenin söndüğünü hissettiğiniz andır.
Doz aşımı...
Hissizliğinize şaşırmak bile gelmez aklınıza artık. O şarkının nesine vurgun olduğunuzu merak bile etmezsiniz çoğu zaman. O duygu sağanağı geçip gitmiştir artık. Arkası kuraklıktır. O şarkıyı dünyanın en içli şarkısı yapan çağrışımlar silinip gitmiştir belleğinizden.
Duygusal küntleşme, belli bir anda böyle dışa vurur kendini işte!
Sizi siz yapan algı biçiminiz, çağrışımlarınız, anılarınız, dahası duygusal hezeyanlarınız belki... Ruhunuzda biriktirdiğiniz tüm yaşam işaretleri hiç bir iz bırakmadan kaybolup gitmiş gibidir o an.
Terkedilmişsinizdir... Aldatılmışsınızdır... Kaybedilmişsinizdir...
Bu topraklarda yaşanan, yaşanmakta olan en büyük trajediyi bir an için benliğinizde cisimleştirmiş olursunuz farkında bile olmadan.
Doz aşımı...
"Ne yüzü, ne iki yüzü... Belki bin kişiyi öldürdüm" diye böbürlenilebilen bir ülkede duyarsızlığın, hafıza kaybının, vicdani kuraklığın nedeni başka ne olabilir ki?
Trafik kazalarında, "doğal" afetlerde, töre cinayetlerinde, "zafer" kutlamalarında ve daha nicelerinde yitip gitmiş hayatların istatistikî bir veriden başka anlam taşımayışı nasıl açıklanabilir?
Dağ başlarında canını soluyan insanlar hakkında skor tabelasını aratmayan gazete haberleriyle kahramanlık destanları yazılışı garipsenmiyorsa... "Bizden on yedi gitti karşıdan otuz bilmem kaç..." denildiğinde bu ölümlere bütün itirazların kesilmesi bekleniyorsa ve dahi ekseriyetle kesiliyorsa...
Dur ihtarına uymadığı için, dur ihtarını duymadığı için, belki de eli silahlı kovboyumuz o gün öyle istediği için ensesinden vurulan gençler alelacele suçlu ilan ediliyorsa...
Geçmişinizi geleceğinize bağlayan tüm yan yollar kesilmiştir bir kere ve siz, ortalama algının bitimsiz otobanında sonsuz bir bugünde seyretmeye mahkûmsunuzdur artık.
Dünyanın en içli şarkısını yüzüncü kez dinlediğiniz o andaki gibi...
Kanıksamanın dipsiz uçurumunda, yere çakılmamak için üzerimizden attığımız ilk ağırlık vicdanlarımız olmuşsa... Hiçbir yaşamsal refleksin verilemediği bu atmosferde, sussanız da susmasanız da sıranın size gelmesi kaçınılmazdır artık.
* STATHIS N. KALYVAS’in International Herald Tribune gazetesine yazdığı makaleyi iştahla çevirip yayımlayan Taraf gazetesinin tutumu bizi şaşırtmalı mıydı?
İstanbul - Aralık 2008
8 Aralık 2010 03:37
Bütün yaşama imkanları tükense de yaşam devam eder mi?
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=79191
Yazdığın yazı bu söyleşiyi hatırlattı bana. Sorunun cevabını bilmiyorum. Ama mesela insan merkezli olmayan bir doğa tarihi anlatısı açısından yaşamın her an kendini yeniden ürettiğini düşünüyorum. İnsanlar içinse durum daha karmaşık. Toplumun varlığını hissetmeyi bile ortadan kaldıran bir şiddet, benlikten geriye hiçbir şey bırakmayabilir. Bunun karşısında belki de yaşam probleminin hiçbir önemi yok. Ama işte insan yine de soruyor: başka bir yaşam mümkün mü?