Neler Oluyor Hayatta

Günlük Hayatın Pornografisi


Elimizde telefon, belimizde i-pad, kıçımızda levis pantolon, başımızda diesel bere… Bilgi Üniversitesinin 1 kamera, 3-5 dekor bir garip stüdyosunda çekilen bir film kıyameti kopardı. Konu ahlak olunca gazetecisi, televizyoncusu, sinemacısı, akademisyeni yine ortalığa döküldü, yine neyin tartışıldığının bile anlaşılmadığı bir hengame oluştu. Kimisi “az sonra…” bayağılıklarıyla ortamdan nemalanmaya çalıştı, kimisi de  “en çok bana soracaksınız, en çok bana” öforisi içinde köşe başlarını tuttu. Akademik özgürlüğün normalde konusunun bile açılmadığı bir ortamda aslında faydalı bile olabilirdi bu tartışma. Ama işte hasımlarına seks kasetiyle şantaj yapan,  tecavüz sahnelerini defalarca izledikten sonra RTÜK’e “cık cık”lanan, cinselliğin her zaman sattığı zihniyetin ülkesinde geriye sadece ikiyüzlü bir kuru ahlakçılık kalıyor. The Porn Project ne kadar pornografik bilemiyoruz ama onun bu tarz bir ortamda, bu şekilde tartışılması basbayağı pornografik. Gizli kalması gerekeni açığa çıkardığı için değil, belirli bir bakışı dayattığı, Zeynep Sayın’ın deyişiyle, “göz ile bakış arasında oluşan bakışım alanını yok ettiği ya da kendine özgü bir oyunla perdelediği” için…

Zeynep Sayın “İmgenin Pornografisi” kitabında Bizans’tan Roma’ya, yapısalcılık sonrasından İslamiyete kadar imge ile pornografi ilişkisini inceliyor. “Göze geldiği an kendini gizleyen bir imge mümkün müdür?”; “bakıştan azade bir imge var mıdır?”; “imge görünme tarzıyla mı yoksa kendisi olarak mı porno-gráphic'tir?” gibi sorular soruyor. Bütün bu sorulara göre pornografi aslında bir tür hakikat sorunuyla ilişkili. İmge değişen bakışlara göre farklı tarzlarda tezahür eder. Bu anlamda bakışın iktidarı, seyircinin değil, seyirlik nesnenin elindedir. Burada da karşımıza hakikat ve iktidar sorunlarının nasıl birbiriyle iç içe olduğu ortaya çıkıyor. Odakta merkezlenen bakış bir tür panopticum gibi hareket eder ve kendi iktidar stratejisini oluşturur. Öyle ki bu durumda kişi, kendisine bakılıp bakılmadığının farkında bile olamaz.  Kendini merkezi bir güç olarak sunan böyle bir güç her şeyi görme yanılsaması sunan iktidarın gözüdür. Bizim örneğimizde de imge, çekilen projenin kendisi değil, ama porno konusu üzerinden şeffaflaşan yüzlerce bakış ve bunlar üzerinden nesneleşen: Porno filmde oynayan kadın, üniversiteden atılan öğretim görevlisi, haberleşme trafiği durdurulan akademisyen, okuldaki bazı salonlara girip çıkması engellenen öğrencilerdir.


Zeynep Sayın'ın İmgenin Pornografisi kitabı için seçtiği resimlerden biri de Marcel Duchamp'ın "Tu m" adlı yağlı boya çalışması


Elbette neyin porno olduğu, akademik özgürlüğün sınırları; porno endüstrisinin gelişimi, tarihi, oluşumu; eril ve dişil bakış açılarına göre bu tarz filmlerin neyi gösterip neyi örttüğü…vb. tartışılabilir. Ama içeriğini, konusunu, teknik araçlarını bilmediğimiz bir “proje”yi, milyonlarca doların döndüğü, milyonlarca insanın etkilendiği bir sektörle bir tutamayız. Bir proje, “ben pornoyum” demekle porno olmaz. Ama şunu söyleyebiliriz ki kendilerini tek hakikat olarak dayatan ve ataerkil bir söylemin parçası olarak ortaya çıkan bu konu üzerine dönen tartışmalar açıkça pornografik bir ortamın tezahürüdür. Bu anlamda pornografi basitçe, “cinsel organları ve onların çeşitli organik eyleyişini göze getirdiği için değil”, ama “kişinin kendine ait gözünü yitirmesine yol açtığı” için pornografiktir. Frederik Jameson’ı genelleyerek söylersek: Kendi aşırılığını dayatan, kendi bakılma arzusunu dışa vuran ve kendini hakikat olduğu iddiasıyla ortaya koyan bütün imgeler pornografiktir. Böyle bir tanım çerçevesinde, mesela birisinin kendi giyim tarzı değil, ama bu tarz üzerine üretilen söylemlerin kendisi pornografik olabilir.

Bu yüzden “az sonra” cıvıklığını, başöğretmen edasıyla sallanan parmakları, üniversite koridorlarını işgal eden ayak kaydırmaca oyunlarını projenin kendisinden daha pornografik buluyorum. Herkesin bir şeyler söylemek, espriler şakalar yapmak, bir yerden bir şeyler tutturmak için adeta kendisini zorladığı bu oyunun kendisi, bir kadının bir üniversite projesi olarak hazırlanan bir filmde kendi özgür iradesiyle oynamasından çok daha pornografik. Bunlardan birinin izleyicileri, diğerinin ise mastürbatörleri var.


Bir Yiğit Özgür karikatürü


Biliyorum ki bu tartışmanın google’da en çok aranan kelimeleri, “akademik özgürlük”, “özgür üniversite”, “kadının yeri” ya da “sanatta çıplaklık” falan değil, ama “üniversitede skandal”, “porno projesi izle”, “okulda seks” gibi şeyler… Ahlakçı mantık ile tüketici hedonist anlayışın sınırları böyle bir tartışmada belirsizleşiyor ve ortak ataerkillik temasında buluşuyor. Bu yüzden, kapitalizmin her şeye tüketim üzerinden anlam verdiği bir çağda müstehcen olanın ortalığa serilmesinin pek de bir anlamı kalmamış gibi gözüküyor. Zaten gösterdiğimiz kadar anlam kazanıyoruz, yaptıklarımızla ettiklerimizle değil, ama giydiklerimizle, satın aldıklarımızla, sahip olduklarımızla kendimiz oluyoruz. Telefon, bilgisayar, pantolon, bere… imgeler yaşamın kendisine dönüşüyor, imgelerin dışında bir yaşam alanı kalmıyor. Asıl mesele görünür olmayan, bu tüketimci imgeselleştirmeye direnen saklı mekanları bulmakta belki de… O zaman ben de Zeynep Sayın’ın kitabına başlamayı tercih ettiği bir James Joyce alıntısıyla bitireyim:

“İncil yazarı Yuhanna, Patmos adasında dünyanın sonuna baktı kıyamet gününde; inşa edilmiş sonsuz kentin zümrütle, gökzümrütle, yakutla, gökyakutla, yeşimle, alaca akikle parlayan duvarlarına baktı. Oysa Crusoe’nun çevresindeki bütün bu verimli yaratıda bulduğu tek mücevher, bakire kumsalda çıplak bir ayağın bıraktığı izdi. Bu sonuncunun ilkinden daha değerli olmadığını kim söyleyebilir.”




Tags: , , , , , , , , , , , ,

0 yorum

Yorumsamacılık