Haydar Ergülen en sevdiğim şairlerden. Her şeyden önce inanmadığı dizeyi yazmıyor. Dizelerle ördüğü bir sahiciliği var. Bu da ona dilden yaşama, yaşamdan dile bir geçişkenlik kazandırıyor. Ergülen’de dilin, özel olarak da şiirsel dilin neredeyse ontolojik bir gerçekliği var. Bu gerçekliği son kitabında “zarf” metaforuna aktarmış gibi gözüküyor. “Ruha yolculuk”, “dile itina veren” mektup, “zarflanmasa da olur” Ergülen’e göre; ama işte, alışmışızdır “zarfa değil mazrufa bakılır” demeye. Demek ki zarfı mazruftan ayıramayız, mazrufu da zarftan. Böylece “Zarf” adeta tersten bir şiir monadolojisine dönüşür:
“Bir mektubun bir zarfa sığması anlaşılır:
bir ev olmak içindir
kendine kapalı, herkese açık”
Böyle bir mektup adresini bilir, ama ereksel değildir, sürprizlerle doludur. Bir kerelik olsa da, zarfını eskitir ya da yeniler ya da ondan vazgeçer ya da ona bir fırsat daha verir. Bilemeyiz. Mektup: şairlere açılan bir kapı, dostlukların temel harcı, ötekine açılmanın aracı, göz ile nizam arasındaki mesafenin açıklığı…
“bir ulaşsa yerine
skandal çıkacak bütün zarflardan
kimse mektup beklemediği için
inanmış gibi yapıyoruz birbirimize
oysa mektuplarda büyük romanlar vardır
kahramanların zarflarda eskimesi bundan”
Mektuplar hayal kırıklıkları, umutlar, karşılaşmalar, beklentiler, ama en çok da suskunluklarla gelir. Belki de Ergülen’in dili azaltması, dili damıtması bundandır. Ama bazen de çoğaltır şiiri, gündelik bir meseleden bahseder gibi fazla fazla, bol bol konuşur. Şiir bir gel-git halinde yazılır. Dilin dile geldiği yerde hakikat boy verir, hakikatin gözüktüğü yeri suskunluk kaplar. Belki de şiire imkan veren bu paradokstur: onu bulduğun anda kaybetmek:
“ben şiiri kazmadım ki hiç olunca yazdım
sonra da çiftçilik şiirden iyidir fikrine vardım”
Ama işte, her mektup bir kez yazılır, bir kez yollanır, bir kez karşılanır. Her mektup yeni bir mektuptur ve her birinin ayrı birer ruhu vardır. O mektuplar ki “büyük unutuluş haritasında adreslerini bulur ve orada kaybolur”. Hiçe karıştılar da diyemeyiz, ebediyen var olacaklar da… Onlardan geriye bir iz kalır, o izle mektuplar yeniden yazılır, yeniden gönderilir, sırlar unutulur, mazruf zarfa karışır. Ve işte orada yersiz-yurtsuzluk başlar. Mektup-zarf, kitap-zarf, şiir-zarf…
“Ben şimdi Çarşamba Postanesinde unutulmuş bir memur gibi
yazıyorum mektubu hiç gelmeyene, hep mektup bekleyene
bazen de bakıyorum içime posta kutusu bomboş yazıyorum
atıyorum kendime siz de yazın içinize yazın ki bu yalnızlık
değildir, “Ben seni kimseler beklemezken bekledimdi” demektir,
aşk gibi, şiir gibi, çocukluk gibi, kimseler beklemezken beklemektir
ve güzel bir geçmiş olarak kendinize yaz/ı yazmak demektir."
0 yorum