Neler Oluyor Hayatta

Faşizmin sıradanlaşması

Bu yazı ilk defa Ekşi Sözlük'de "us" tarafından yayımlanmış, dostlarcemaati tarafından düzenlenmiş ve "us"un izniyle blogda yayımlanmaktadır. 







Faşizmin tanımının bile bu topraklarda tam olarak ne anlama geldiği anlaşılmıyorken sıradanlaşmasını anlatmak zor bir şey. 




Faşizmin kısa bir tanımını yaparsak, faşizm en dar kapsamla tek tip insandan oluşan toplululuk tanımının içinde kendine yer bulur ve hiç bir farklılık kabul etmez. Konuşmama değil aynı şeyleri söyleme ve aynı eylemleri yapma mecburiyetidir.




Devlet erkinin kutsallığı belirgin özelliklerinden biridir ve her sınıf ve inanç ve düşünce sistematiği içinde kendine yer bulur bu yönüyle esnektir. Faşizm'in izlerini bir profesörün cümlelerinde, bir din aliminin sözlerinde de bir çobanın, bir işçinin sözlerinde de bulabilirsiniz. bizim burada bu coğrafya özelinden bahsedeceğimiz ana besleyici damar milliyetçilik ve ulusalcılık ve bu topraklardaki tezahürleridir ve bu bağlamda sıradanlaşmasının topluma maliyetlerini incelemeye çalışacağız.

Evvelinde Fransız devriminin sonucunda milletperverlik [1] (- ki bunun kötü bişey olduğuna inanmıyorum fakat aması var ) ekseninden oluşan cephe hızla dünya düzenini siyasal ve politik havayı değiştirirken bu topraklara biraz geç gelen ulusallaşma süreci ve reelpolitik süreçle beraber yaşananlar bizim gibi heterojen toplum yapısına sahip topluluklara pek hayırlı bir şey yapmadı.

Olaylara ister sınıf ekseninde bakın, ister dini ve felsefi yönden ister ırki, milli, ister cinsel kimlik, ister ekonomik yönden bakın yaşadığımız coğrafyaya iyi gelmediği bu topraklara ait her tarih okumasında sırıtmaktadır.

Avrupa'dan başlayarak bu insan doğasının vahşi tarafının billurlaşmış saf nefret kısmını oluşturan faşizmin nasıl sinsi ve sıradanlaştıkça görünmezliğe büründüğünün birer kanıtıdır 1900'ler başı Avrupası.

Şöyle bir düşünün, Nazi Almanyası'nın ve il duçe'li faşist parti İtalya'sı halkının bir biçimde masum olduğunu düşünebilir miyiz? Hitler ve Mussonlini faşizmi dalga dalga yükselirken, onu oylarıyla iktidara taşıyan Almanlar ve İtalyan halkları masum olabilir mi? 

Yahudilere, komünistlere, çingenelere, eşcinsellere, hatta sosyal demokratlara ve liberallere karşı ağzından köpükler saçarak nefret kusan bir söylem, kulaklarınızda çınlarken onu iktidara taşıyor, en azından sinip sessiz kalıyorsanız, masumiyetinizden söz edilebilir mi?

Sokaklarda yahudiler tartaklanmaya, dövülmeye başlandığında kafanızı başka bir yöne çevirmişseniz… yahudilerin dükkanlarına davut yıldızları çizilmeye başlandığında rahatsız olmamışsanız… komünistler, çingeneler, eşcinseller ve her türden “ötekine” karşı örtülü veya açık şiddet uygulanmaya başlandığında hiçbir şey yokmuş gibi davrandıysanız, masumiyetinizden söz edilebilir mi?

Her şey olup bittiğinde, 6 milyon yahudi’nin toplama kamplarında, gaz odalarında katledildiği “etnik temizlik” tamamlandığında… komünistler, sosyal demokratlar, liberaller, eşcinseller, çingeneler yok edildiğinde… en sonunda Hitler, metresi Eva ile birlikte şakağına kurşun sıkıp, Nazi Almanyası’nın sonu geldiğinde… Alman halkı ne hissetti? “Biz hiçbir şey görmedik, duymadık, bilmiyoruz” mu dediler? Yoksa “olayların bu noktaya geleceğini tahmin edemezdik” mi dediler?

O kadar uzağa gitmeye de gerek yok. Daha hafızalarımızdadır, Tito’nun [2] Yugoslavya'sında “barış içerisinde bir arada yaşayan” Sırpların, Bosna’lı müslümanların gırtlağına sarılıvermesi… “sadece 1 ay önce söyleselerdi inanmazdım” diyor Bosna’lı bir kadın, “sokakların kan gölüne döneceğine, Sırp komşumuzun bir anda en azılı can düşmanımız haline geleceğine…”

Her şey olup bittiğinde, birbirlerinin gırtlağına bir anda sarılıveren sıradan insanlar acaba ne düşünürler, ne hissederler?... toplu bir histerinin, toplumsal bir çıldırmanın ardından geriye nasıl bir ruh hali kalır acaba?

Kurumsallaşmış faşizmin ürkütücülüğünü biliyoruz. Ağır semboller, nefret söylemleri, şiddetin bir siyaset aracı haline geldiği ve kitlesel kırımların vak’a-i adiyyeye dönüştüğü faşizm uygulamalarına dair sayısız dokümana sahibiz… Üzerinde en az konuştuğumuz ya da daha az fikir sahibi olduğumuz şey ise faşizmin sıradanlaşması, sıradan faşizmdir.



Ya peki bizde neler yaşanmış? 

Bu topraklarda, sokaktaki hangi ortalama insana sorsanız, faşizme ilişkin size üç-beş satırlık bir tanımlama yapar. Ancak faşizmin görüngüleri dışında bir alt okuması olmayan ortalama türkiye insanı için faşizm ve ırkçılık hep “uzak diyarlara ait”, yabancı bir olgudur… Örneğin ABD’de veya vaktiyle Güney Afrika’da siyahlara yöneltilen uygulamalar, ortalama Türkiye insanı için son derece ayıp ve “kabul edilemez” uygulamalardır. Ya da toplama kampları, gettolar, gaz odaları, yahudi düşmanlığının imha politikasına dönüşmesi, hep “inanılmaz ve kabul edilemez” niteliktedir Türkiye insanı için… O uzak diyarların, bize yabancı söylem ve uygulamalarını kendimizle bağdaştıramayız ve Türkiye’de bu tür şeylerin olabilmesine ihtimal vermeyiz.

Türkiye’de ortalama bir insana, bu ülkede ırkçılığa ve faşizme dayalı kitlesel kırımlar yapıldığını kabul ettiremezsiniz… Oysa 6-7 eylül olayları, Dersim, Kahramanmaraş, Çorum, Sivas katliamları, kanlı 1 mayıs 1977 olayları olarak literatürümüze giren kitlesel kırımlar tam da sıradan insanların, basit bir provokasyonla bile çıldırabildiğinin ve çoluk çocuk demeden yüzlerce insanın katledilebildiğinin somut, çıplak örnekleridir.

Toplumsal hafızamız, bu “kara lekeleri” bilinçaltının gerilerine itmiş, bu kitlesel vahşetleri “çok eski zamanlarda yaşanmış ve mutlaka birilerinin kışkırtmasıyla gerçekleşmiş” münferit olaylar olarak kodlamıştır… Oysa bu olaylar ne “çok eski zamanlarda” yaşanmış, ne de sadece “kışkırtmayla açıklanabilir” kitlesel kırımlardır ve kitlesel kırımlar, “bahanesi ne olursa olsun, ne kadar kışkırtılmış olunursa olunsun” toplumların yeltenmemesi, yeltendiği takdirde utanması, utanmakla yetinmeyip hesap vermesi gereken suçlardır!

Ortalama 150 senede 5-6 darbe, bir sürü savaş, sürgün, olay ve çatışma görmüş balık hafızalı ve unutmaya yüz tutmuş bu toplumda bu kadar uzun zamanı geçtim son 10 yılda başımıza gelenleri hatırlamak bile yeterli olacaktır:

(bkz: 5 ocak 2010 selendi'deki linç girişimi)
(bkz: 28 haziran 2006 faşist saldırıları)
(bkz: ekim 2008 altınova ırkçı saldırıları)
(bkz: 3-4 mayıs 2010 samsun'daki ırkçı saldırılar)
(bkz: kürt sorunu yok kürt istilası var)
(bkz: 3 ocak 2010 edirne'de faşist saldırılar)
(bkz: trabzon'da tayad üyelerinin saldırıya uğraması)
(bkz: 12 nisan 2010 ahmet türk'e yumruk atılması)
(bkz: 23 nisan'da polis dayağından hastanelik olan çocuk)
(bkz: 18 nisan 2007 malatya yayınevi baskını)
(bkz: malatya'da doğdu papa'yı vurdu)
(bkz: 24 eylül 2005 bilgi üniversitesi ermeni konferansı)
(bkz: 22 kasım 2009 izmir'de dtp konvoyunun taşlanması)
(bkz: hrant dink suikastı)
(bkz: ahmet kaya şarkısı söylerken polisten dayak yemek)
(bkz: ahmet kaya tişörtüne linç girişimi)
(bkz: felçli çocuğa taş atmaktan gözaltı ve işkence)
(bkz: ülkücülerden kürt öğrencilere işkence)
(bkz: pippa bacca)
(bkz: 29 mart 2006 sakarya linç girişimi)
(bkz: 9 ocak 2010 edirne'deki linç girişimi)
(bkz: trabzon'da bildiri dağıtanlara linç girişimi)
(bkz: trabzon santa maria kilisesi papazının öldürülmesi)
(bkz: 16 aralık 2005 orhan pamuk duruşması)
(bkz: kavgam'ın son aylarda türkiye'de çok satması)
(bkz: nihalatsiz.org) -2000'lerde kuruldu
(bkz: türban yasağı)
(bkz: homofobi


Ve tabii bizim görmediğimiz, atladğımız nice örnek (irili ufaklı) ve sözel halk kültürüne yerleşmiş bir sürü deyim, şaşırdınız değil mi işte bu yüzden 'faşizmin sıradanlaşması' tehlikelidir.

Ayrıca on yıllardır takip ettiğim türk basını başlıkları ve haberleri [3]... 

Çünkü faşizm:

s ı r a d a n l a ş t ı k ç a i ç s e l l e ş t i r i l e n, i ç s e l l e ş t i r i l d i k ç e b e l i r g i n l i ğ i n i y i t i r e n, b e l i r g i n l i ğ i n i y i t i r d i k ç e d e k a b u l l e n i l m e y e n bir olgudur.


Faşizminin sıradanlaşması henüz basit bir “sivilce” boyutundaki uç vermesiyse, coğrafyamızın şu anda bu türden sayısız sivilcelerle gerçek bir cerahat yuvasına dönüştüğünü görmek için zaman yitirmemek gerekir.


Faşizm, ırkçılık, şovenizm ve ayrımcılığın, ötekileştirmenin iyice silikleştiği, sıradanlaştığı bir ortamda hiçbirimiz, bir diğerinden daha temiz ve masum değiliz. Ürkülmesi gereken şey, üzerinde hiç düşünmeden söylediklerimizin, düşünmeden yaptığımız eylemlerin aslında utanmamız, tiksinmemiz, dehşete kapılmamız gereken potansiyel sonuçlarıdır. [4]


[1] Milliyetçilik için bakınız: http://tr.wikipedia.org/wiki/Milliyetçilik
[2] Tito ve Yugoslavya: http://tr.wikipedia.org/wiki/Yugoslavya_Sosyalist_Federal_Cumhuriyeti
[3] nefretsoylemi.org'dan takip edebilirsiniz.
[4] Yazının bir kısmı yazarın kendi düşünceleri bir kısmı alıntıdır. 
Tags:

3 yorum

  1. Toplumsal hafizanin kodlanmasinin en guzel disavurumu su soylemdir zannimca:

    "Yahu bu da fasizm mi?"

    Turkiye toplumunda fasizm cok kotu bir seydir. Fasizm ne diye sorsan "cok kotu bir sey" cevabi alirsin. Herkesin aklina Hitler gelir, ama Hitler Almanyasinin gelisimi konusunda kimsenin fikri olmadigindan, herkes sadece sonuca bakarak "Yok ya, biz fasist olamayiz" der.

    "O fasizmse ben de fasistim!" gibi reddederek onaylayici bir soylem daha var ki, neyse burada duralim.

  2. Bir de şunu da tartışmak lazım bence: Ahmet İnsel birkaç yazısında faşizmin belli bir dönemde ortaya çıkan belli bir yönetim biçimi olduğunu ve bu yüzden bu kelimeye her durumda başvurulamayacağını, günümüzde kullanılması için koşulların çoğunlukla uygun olmadığını söylüyor. Faşizm sadece belli bir yönetim biçiminin mi adıdır, yoksa bu yönetim biçiminin arkasında belli bir düşünme biçimi mi vardır? Belki de bugün tekrar sormak gerekiyor. Faşizm nedir?

  3. arent'in kötülüğün sıradanlığı eserinde bu durum detaylı bir şekilde incelenmekte. eichmann davası ve söyledikleri bu sıradanlaşmayı oldukça gözler önüne seriyor.

    ama giriş cümlesini özellikle beğendim faşizm ne olmaya geldiğini bilmezken sıradanlığını anlatmak gerçekten zor...

    güzel bir yazı, teşekkürler.

Yorumsamacılık