Yücel Sayman’ın verdiği bilgiler ve altını çizdiği noktalar, değişim sürecinden geçen Türkiye’nin fotoğrafını daha net görebilmek açısından oldukça önemli. Bu bağlamda, devlet ideolojisi ile karşıtlık içinde olan bir partinin arka arkaya seçim kazanıp tek başına iktidara gelmesiyle birlikte ülkedeki dengelerin nasıl değiştiği, hükümet ile devlet arasındaki ayrımın nasıl derinleştiği, kurumlar arasında nasıl bir skor yarışı yaşandığı ortaya çıkıyor. Temel olarak olayları bu gözle görmek, durumu “Laik – Şeriatçı” ya da “Kemalist – Dinci” mücadelesinin dışına taşıyarak genel anlamda ülkedeki demokrasinin gelişmesi aşamasında ne gibi zorluklarla karşılaşılacağını gösteren bir simülasyona dönüştürüyor. Statükoya karşı gelen, vesayet rejimini kaldırmak isteyen ve bununda yolunun anayasayı değiştirmek, derin devletle hesaplaşmaktan geçtiğini bilen herhangi başka bir partinin başına gelebilecek her şey iktidar partisinin başına geliyor. Tabi iktidar partisinin gerçekten demokrasi isteyip istemediği ile ilgili soru işaretlerini de araya sıkıştırarak HSYK sürecine ve bugüne kadar gelen tartışmaların nasıl birbiri ile bağlantılı olduğuna Yücel Sayman’ın verdiği bilgiler eşliğinde bakabiliriz.
Tartışma HSYK’nın Erzincan savcısı İlhan Cihaner’le ilgili bir soruşturma yürüten Erzurum savcısı Osman Şanal’ın yetkilerini elinden almasıyla başlıyor. CMK’ya göre Erzurum’daki “Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi”nin yetki alanı Erzincan’ı da kapsıyor. Yine CMK’ya göre suç işlediği öne sürülen kişiler yargıç veya savcıysa, ancak Yargıtay’da yargılanabiliyor.Yani HSYK’nın bir savcının nerede yargılanacağıyla ilgili karar verme yetkisi varken, bir savcının bir soruşturmayla ilgili yetkili olup olmadığına dair karar verme yetkisi yok. Durumdan vazife çıkaran HSYK, soruşturmayı kimin yapacağına dair yasalarda bir düzenleme yokken ve bu durumlarda anlaşmazlıkları çözmek başka mahkemelerin işiyken olmadık bir karara vararak yeni bir görev icat ediyor. (Açıklamalar Neşe Düzel’in Yücel Sayman ile yaptığı röportajdan alınmıştır.) (Buradaki durum Ergenekon soruşturmasını yürüten savcının yetkilerinin alınabileceği anlamına da geliyor. Y.S.)
Tartışma HSYK’nın Erzincan savcısı İlhan Cihaner’le ilgili bir soruşturma yürüten Erzurum savcısı Osman Şanal’ın yetkilerini elinden almasıyla başlıyor. CMK’ya göre Erzurum’daki “Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi”nin yetki alanı Erzincan’ı da kapsıyor. Yine CMK’ya göre suç işlediği öne sürülen kişiler yargıç veya savcıysa, ancak Yargıtay’da yargılanabiliyor.Yani HSYK’nın bir savcının nerede yargılanacağıyla ilgili karar verme yetkisi varken, bir savcının bir soruşturmayla ilgili yetkili olup olmadığına dair karar verme yetkisi yok. Durumdan vazife çıkaran HSYK, soruşturmayı kimin yapacağına dair yasalarda bir düzenleme yokken ve bu durumlarda anlaşmazlıkları çözmek başka mahkemelerin işiyken olmadık bir karara vararak yeni bir görev icat ediyor. (Açıklamalar Neşe Düzel’in Yücel Sayman ile yaptığı röportajdan alınmıştır.) (Buradaki durum Ergenekon soruşturmasını yürüten savcının yetkilerinin alınabileceği anlamına da geliyor. Y.S.)
Bu bilgiler ışığında Yücel Sayman, kuşatma tartışmasında iki tarafında haklı olduğunu söylüyor. Şöyle ki “yüce” devletin “yüce değerlerini” korumakla görevlendirilmiş kurumların konumlanışı, hükümetle kurumlar arasında bir kuşatma mücadelesine yol açıyor. Eğer ülkede bir darbe ya da devrim olmayacaksa, vesayet rejimini tehdit eden bir takım değişiklikler yapmak isteyen hükümetlerinde kurumları buradaki söylemle kuşatmaya çalışmaktan başka çaresi kalmıyor. Bu durum yetkileri ziyadesiyle fazla olan cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere bütün kurumları (YÖK, Yargıtay, HSYK) oldukça önemli hale getiriyor. Burada cumhurbaşkanlığı seçimi çerçevesinde koparılan fırtınalar ve meşhur 367 kararıyla, YÖK başkanı seçimini hatırlamakta fayda var.
Yücel Sayman söyleşisi sonunda da vurgulandığı şekliyle yeni, demokratik bir anayasa ihtiyacı günden güne kendini daha fazla hissettiriyor. Fakat anayasa yapma süreci özellikle “bu hükümet anayasa yapamaz” diyen zatı muhterem ve demokrasiden nasibini almamış takipçileri hesaba katıldığında toplumun tüm kesimlerinin sürece katılması açısından oldukça sancılı bir hal alıyor. Yazıyı burada Yücel Sayman’ın “yeni anayasa sürecinin zorluklarını da hesaba katarak öncelikle kurumların kendi işleyişleri ile ilgili değişiklikler yapmak sistemin kendi içinden dönüşmesi açısından faydalı olabilir mi?” sorusuna verdiği cevapla bitireyim. “HSYK seçimlerine birinci derece hâkimlerin katılması, üyelerin bir kısmının parlamento tarafından seçilmesi gibi değişiklikler sistemin daha düzgün işlemesi ve kendi içinden demokratikleşmesi açısından oldukça faydalı olacaktır.”
0 yorum