PAZARTESİ KONUŞMALARI 11.10.2010
Neşe Düzel
Suavi Aydın: ‘Oğlum tehlikede inancı büyüyor’
“Toplumun bilinçaltında, ‘Benim çocuğumu, sen korumuyorsun’ duygusu büyüyor. TSK sıkıntıda... ‘Bunları Amerika, AB desteklemese biz işi çözeriz’ diye toplumu ikna edemiyor.”
“Askerlikte, erkekliğinizi sürekli tehdit altında hissedersiniz. Erkeklik ideolojisinin temeli olan ‘delikanlılık’ orada yapılamaz. Hakaret edilirsiniz ama itiraz edemezsiniz.”
“Bizim şehirlerimiz birer garnizondur. Biz de askerî yerleşkenin, askerî kampusun içindeki diğer insanlarız. Zorunlu askerlik bitmeden bizim garnizon hayatımız bitmez.”
* * *
NEDEN SUAVİ AYDIN
Türkiye’nin bugün ekonomisiyle, günlük yaşantısıyla, sanatıyla, hukukuyla gittiği ileri yerle, ordu açısından durduğu yer arasında müthiş bir mesafe var. Türkiye, önümüzdeki dönemde dünyayı geliştirecek birkaç motor ülkeden biri olarak gösteriliyor, dünyanın en hızlı büyüyen 16 ülkesi arasında yer alıyor ama, bugün hâlâ ne ordusunun masraflarını ve silah alımlarını denetleyebiliyor, ne 800 bin civarındaki asker sayısını azaltabiliyor, ne askerlik süresini kısaltabiliyor, ne de zorunlu askerlik uygulamasını gevşetebiliyor. Aksine Genelkurmay’ın daha da sert olan “tek tip askerlik” ısrarıyla karşı karşıya kalıyor. Türkiye’de toplum ve hayat değişirken ordu değişmiyor. Askere gitmeyenlerin sayısının her geçen gün artıyor olması bile, bu toplumda ciddi bir askerlik sorunu yaşandığının işareti sayılmıyor. Askerin zihniyeti esnemiyor. Oysa toplum, askerlik süresinin kısaltılmasını, bedelli askerliğin getirilmesini, zorunlu askerliğin AB ülkelerindeki gibi türlü seçeneklerle gevşetilmesini ve vicdani reddin tanınmasını talep ediyor. Peki, ordu uzun süreli zorunlu askerliği niye istiyor? Ordu neden tek tip askerliğe geçmekte diretiyor? 1930’ların ordu anlayışını hangi amaçla sürdürüyor? Toplumun bu çok ciddi meselesini, Türkiye’nin önde gelen sosyal bilimcilerinden tarihçi, sosyolog ve antropolog Suavi Aydın’la konuştuk. Milliyetçilik, etnisite, etnik tarih, modernleşme tarihi, devlet, Türk kimliği, ulusal kimlik sorunu üzerine çalışan, Ankara ve Mardin üzerine araştırmaları olan ve en son kitabı İletişim’den Terzinin Biçtiği Bedene Uymazsaadıyla çıkan Hacettepe öğretim üyesi Doç. Dr. Suavi Aydın Türkiye’de ordu ve askerlik konularında çok net, çok cesur ve çok çarpıcı tesbitlerde bulundu.
* * *
NEŞE DÜZEL: Zorunlu askerliğin kalkması için ciddi bir talep var toplumdan. Siyasi iktidar da buna pek soğuk bakmıyor anlaşıldığı kadarıyla. Ama ordu, zorunlu askerlik için diretiyor. Niye ordu zorunlu askerliğin devamından yana?
SUAVİ AYDIN: Zorunlu askerliğin devamından yana çünkü bu tür orduların başka türlü var olmaları mümkün değil. Ulus-devlet modelindeki ordu, böyle bir ordu modelidir. Bu ordu modeli üç amaca hizmet ediyor. Birincisi, ordu, her şeyden önce bir doktrinasyon merkezidir. Orduya aldığınız kişiler, sosyal sınıfı, etnik kökeni, dini ne olursa olsun asker olduklarında eşitleniyor ve onlara tek bir doktrin aktarılıyor.
Orduda öğretilen ideoloji nedir?
Türk milliyetçiliği ideolojisi öğretiliyor. Bu ideoloji sayesinde insanlar ulus-devlete ait hale getiriliyorlar zaten. Onlara askerde, vatan için ölümün şeref olduğu, vatana hizmetin her şeyin önünde olduğu söyleniyor. Bireyin yerine millet konuluyor. Kısacası, askerlikte, “asker olmak” dışında bir aidiyetiniz olamaz. Askerlikte tek bir kimlik vardır, o da asker olmak!
Asker olmak ne demektir?
Asker olmak, ölümü peşinen kabul edebilecek kadar her şeye düz bakabilmektir. Bütün geçmişinizi silmektir. Bütün aidiyetlerinizden arınmak ve kendinizi adamaktır.
Zorunlu askerlik, nasıl bir eğitim süreci ki, insanları 15-20 ayda bütün kimliklerinden soyuyor ve onları sadece “asker” haline getiriyor? Bu mümkün mü?
Aslında böyle bir şey olmuyor ama ordu bunun olmasını istiyor. Ordunun varlık sebebi budur zaten. Zorunlu askerlik, bu nedenle ordu açısından çok önemli bir araç! Askerlik süresini ne kadar uzun tutarsanız, bir adamı o kadar çok eritebilirsiniz. Askerlik, bir asimilasyon aracıdır. Farklı kimlikleri, aidiyetleri olan insanları bir millette asimile etmektir askerlik. O insanı, soru sormayan, hiç düşünmeden itaat eden, her an ölüme hazır, disiplinli, sadık, militer biri haline getirmektir. Disiplin kavramının esası da zaten kişinin terbiye edilmesidir. Askerlik bir terbiye aracıdır. Hatta kişinin erkeklik duygularını bile disipline edecek bir söylem geliştirilmiştir askerlikte.
Askerlik bizim toplumda tam tersi erkekliğe geçiş olarak algılanmaz mı? Bu yüzden genç erkekler davul zurnalı kutlamalarla askere gönderilmez mi?
O, kültürel anlamda öyle. Aksine, askere gittiğiniz anda siz, erkekliğinizi sürekli tehdit altında hissedersiniz. Askerlik öyle bir ortamdır ki, erkeklik ideolojisinin temeli olan başkaldırı ve “delikanlılık” orada kesinlikle yapılamaz. Bir üst gelip size hakaret edebilir ve siz itiraz edemezsiniz. . Çünkü askerliğin ilkesi itaat, sadakat ve emre uymaktır. Emir, demiri keser veya üst her zaman haklıdır. Dolayısıyla “askerlik”, erkek kültüründen gelen bir adamın erkekliğini, militarizm adına feda ettiği bir zemindir. Kişinin birikiminin, dünya görüşünün, hayallerinin, daha önemlisi canının, hiçbir önemi yoktur. Artık siz, herkes gibi birisinizdir. Askerlik insanı tamamen sıradanlaştırır ve önemsizleştirir. Orada siz bir makinenin parçası haline getirilirsiniz.
Zorunla askerliğin diğer iki amacı ne peki?
Zorunlu askerlik, kalabalık ordu kurmayı mümkün kılıyor. Ulus-devletler çağında kalabalık ordu bir ihtiyaçtı. Çünkü 19. yüzyıldan itibaren savaşların biçimi değişti. İnsanlık topyekûn savaş kavramıyla karşı karşıya kaldı. Daha önce, iki grubun karşı karşıya geldiği meydan savaşları yapılıyordu. Bir maç gibi... Süngüyle, kılıçla, ufak çevirmeler ve manevralarla yapılan savaşlardı bunlar. 19. yüzyıldan itibaren büyük alanlarda, yüzlerce kilometrelik manevralarla yapılan çok taraflı savaşlar yaşanmaya başladı. Üstelik dünyadaki bu “sürekli savaş hali” 1945’e dek sürdü. Dolayısıyla büyük asker gruplarına ihtiyaç duyuldu. İnsanları askerliğe mobilize etmek için de “milliyetçilik ideolojisi” devreye sokuldu.
Bugün savaş teknolojisi insansız uçakları devreye soktu. Zorunlu askerliği ve kalabalık orduları gerektiren bir savaş biçimi var mı artık bugünkü dünyada?
Hayır yok. Dünya bugün hem siyasal olarak farklı bir yere doğru gidiyor hem savaşların biçimi değişiyor. Şimdi çok daha lokal savaşlar yapılıyor. Nokta müdahaleler gerekiyor. Bu yüzden modern ordular artık “özel kuvvetler” tipindeki askeri eğitmeye ve profesyonel güçler oluşturmaya çalışıyorlar. Bugünün ulus-devletinin zorunlu askerliğe ve kalabalık orduya ihtiyacı yok. Çünkü başka süreçler devreye girdi ve geçmişteki gibi savaşların olması beklenmiyor. Mesela, bir Türk-Yunan savaşı bugünün dünyasında çıkamaz.
Niye?
Daha ilk gün gelip müdahale ederler ve o savaşı durdururlar. Çünkü dünyanın bu savaştan çıkarı yok. Sadece Batı kampının değil, dünyanın böyle bir savaştan çıkarı yok. Dünya artık bir çağı kapattı. Büyük savaşların yaşandığı o büyük dönem bitti. Dünya savaşı bitti. Yeni bir döneme girildi. İktisadi, siyasi ve askerî alanda yeni bir çağa girildi. Küreselleşme denen bu zaten. Dünyadaki büyümenin ve gelişmenin herkese pay verilerek sağlandığı, kazan-kazan oyunun hâkim olduğu bir döneme doğru gidiyoruz. Artık böyle bir dünyada asla ihmal edilemeyecek alanlar var. Mesela enerji merkezi Avrasya ihmal edilemez. Aynı şekilde, enerji geçiş yolu olan Türkiye de ihmal edilemez. Buralarda savaş çıkmaması gerekir. Çünkü burada savaşılırsa, savaşan herkes kaybeder. Dünya burayı kazanmak zorundadır. Buralarda savaşa izin verilmez.
Avrupa’da zorunlu askerliği sürdüren kaç ülke kaldı?
Avrupa’da bizdeki gibi zorunlu askerlik uygulaması yok. Zorunlu askerlik denemeyecek türde gevşek uygulamalar var orada. Mesela Almanya’da sosyal hizmetlerde askerlik yapabiliyorsunuz. Fransa zorunlu askerliği kaldırmaya çalışıyor. İspanya gibi bazı ülkelerde ise zorunlu askerlik hiç yok. Mesela Britanya’nın ordusu profesyonel. Bizdeki gibi uygulama Yunanistan’da vardı.
O da kaldırıyor, değil mi?
İktisadi nedenle kaldıracak. Ekonomisi bozulunca ilk akla gelen askerlikten tasarruf etmek oldu. Askerî harcamalar en büyük masraf kalemidir. Ayrıca şu da var. Askerlik uygulaması biraz öngörülerle alakalıdır. Eğer önünüzde elli sene bölgesel bir savaş öngörmüyorsanız, o zaman niye bu kadar çok asker besleyeyim diye düşünürsünüz ya da elinizdeki adamları daha verimli işlerde kullanmaya çalışırsınız. Çünkü zorunlu askerlik demek, ciddi bir nüfusu en verimli çağında işinden gücünden ayırıp, onları en verimsiz alanda kullanmak demektir. Dolayısıyla üzerinde çok ciddi düşünülmesi gereken bir meseledir bu. Zorunlu askerlik bir de Rusya’da var. Çünkü onun da arkaik korkuları var. Kendisini tehdit alında hisseden devletler ve iktidarlar, zorunlu askerliği sürdürmeye çalışırlar daima.
Bizim çok kalabalık bir ordumuz var. Bu kadar çok askere ihtiyaç var mı gerçekten?
Bunlar hesap ediliyor. Amerikan ordusunda da bu hesaplar yapılıyor. Ama bütün matematik sistemlerde olduğu gibi, tabii bu hesaplar amaca göre yapılıyor. Ön kabulünüz neyse hesabı ona göre yaparsınız. Eğer İran’la, Ermenistan’la, Yunanistan’la savaş çıkabilir diye bir ön kabulünüz varsa, o zaman ona göre asker hesabı yaparsınız. Ben bu kadar cephede bir anda savaşmaya kalksam ne kadar askere ihtiyacım var diye sorarsınız. Bir de dışarıyla bağlantılı olarak iç tehditler ve iç düşmanlar da tanımlarsınız. Türkiye’de askerî zihniyet böyledir.
Askerî zihniyet tam nasıldır?
Askerin yerleşik bakış açısına göre, içersi hep dışarıyla bağlantılıdır. Her sorunun mutlaka dış kaynaklı olduğunu söyler o. Orduda çok az subay, PKK’yı iç sorun olarak görür. PKK, dışarıdan beslenen bir şeydir ona göre. Şeriat tehdidi de öyledir. Hiçbir soruna iç sorun olarak bakılmaz. Bu ülkede her sorunu dışarısı kışkırtır, içerde de onların ajanları vardır. Yakın zamana kadar Uğur Mumcu cinayetinin arkasında hep İran’ı aradılar. PKK’nın arkasında da ABD’yi, AB’yi saydılar. Bu bir düşünme biçimidir. İşte böyle düşündüğünüz zaman, bugünkü sonuçlara varırsınız ve kalabalık bir orduya ihtiyacınız olduğunu söylersiniz. “Benim çok sayıda askere ihtiyacım var” dersiniz ve kalabalık orduyu savunursunuz.
Lale Kemal’in yazdığına göre, İngiltere ordusunun tüm asker sayısından daha fazla askeri, bizim ordu “angarya” işler için kullanıyor. Sırf berber, şoför, marangoz, garson, müzisyen, temizlikçi ihtiyacını karşılamak için koskoca bir ordu beslemek akıllıca mı?
Mevcut asker sayısının dörtte biri kadar insan askerliğin temel hizmetlerinde değil, yan hizmetlerde çalışıyor. Ciddi bir insan kaynağı bu. Gerçi Hilmi Özkök döneminde ve onun hemen öncesinde, ordu dışarıdan hizmet alımı sürecine girdi. Mesela pek çok kıta, yemeği artık kendisi yapmayıp dışarıdan satın alıyor olsa da, 200 bin civarında olan bu yüksek sayı hâlâ düşmedi. Yan işlerde çalışan bu askerlerin tam sayısını da kimse bilmiyor. Bu tür bilgiler denetlenebilir bilgiler değil hâlâ. Zaten Türkiye’nin bir temel sorunu da o. Konular şeffaf olsa, oturup müzakere edersiniz, tartışırsınız. Şimdiki durumda hiçbir şeyi müzakere edemiyorsunuz.
Kişinin askere alınıp, ona askerlikle hiç ilgisi olmayan işlerde askerlik yaptırılması yasaya uygun mu?
Anayasa’ya aykırı bu. Yalnız şu var. Konuyu ikiye ayırmak lazım. Bir tarafta, ordunun, profesyonel kadrosunun hizmetinde olan askerler var. Diğer tarafta da ordunun birliklerini savaşa hazır tutmak için hizmet sektöründe çalışan askerler var. Sorun birinci kısımdakilerde. Ayrıca meslek sahibi insanlar da askere alındıklarında alakasız yerlerde görevlendiriliyorlar. Mesela endüstri meslek lisesi mezunu bir genç piyade eri yapılıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri’yle ilgili bir diğer önemli sorun da, gelişmiş dünyadaki ordularda olmayan bir biçimde kendi içinde müthiş bir bürokratik yapı oluşturmasıdır. TSK, bürokrasinin bütün müesseselerini kendi içinde barındırır.
Bir paralel devletten mi söz ediyorsunuz?
Aynen öyle, bir paralel devlet var. Ordunun kendine özgü sağlık ve maliye teşkilatları var. Mesela bir ordunun, Gülhane Tıp Akademisi Hastanesi gibi herkese hizmet veren bir hastanesi olmaz. Bir ordunun askerlik yapan kişiye hizmet eden ve savaş sırasında kullanabileceği bir sağlık organizasyonu olur, o kadar. Ama bizde TSK’nın içinde müthiş bir sağlık teşkilatı var. Ayrıca KOMP diye Kuvvet Komutanlıklarında bir bütçe dairesi var. Her birliğin parasal ihtiyacı buradan görülür. Diğer kamu kuruluşlarına, mesela üniversitelere saymanlıkları kanalıyla Maliye karışırken, orduya Maliye karışamaz. Sayıştay da karışamaz. Milli Savunma Bakanlığı’nın içinde bulunan teşkilatların, dairelerin tamamı Genelkurmay’ın içinde de var. Genelkurmay’ın içinde olanların paralelleri de üç Kuvvet Komutanlığı’nda ayrı ayrı var.
Gelişmiş dünyada orduların bizdeki gibi ayrı yargıları var mı peki?
Sadece disiplin suçları için olabilir. Bizde ordunun her türlü işe bakan mahkemeleri var. Hatta Yüksek İdare Mahkemesi de var. Paralel bir Danıştay’ı var. Subay da bir devlet memurudur. O da benim gibi bir kamu görevlisi. Ben üniversite öğretim üyesi olarak idareyle bir sorunum olduğunda Danıştay’a gidiyorum. Onlar niye Danıştay’a gitmesinler? Ne engel var buna? Üniversiteler için de özerk deniyor. O zaman biz de mi personelin sorunlarını çözmek için kendimize yüksek idare mahkemesi ve paralel bir yargı kuralım? Bu çok absürd bir durumdur. Bizde, parlamento dâhil, halkın yetki verdiği kurumların denetleyemeyeceği, kimsenin dışarıdan içine sızamayacağı tamamen kapalı bir sistem kurulmuş.
Bu kapalı sistemin zorunlu askerlik sistemiyle bir ilişkisi var mı? Kapalı sistem, profesyonel askerlik sisteminde yürümez mi Bu devasa askerî bürokrasi de, kalabalık orduyu gerektiriyor olabilir mi?
Kalabalık orduya ihtiyaç var tabii. Ne kadar çok büro kurarsanız, o kadar çok adama iş yaratırsınız. Ne kadar çok adam istihdam ederseniz, o kadar çok iktidar olursunuz. Profesyonel orduya geçildiğinde bir kere bu kadar çok birliğiniz olmayacak ve ortalıkta bu kadar çok asker, bu kadar büyük karargâhlar görmeyeceksiniz. Türkiye’de orduda rütbe alma süreyle kaimdir, liyakatle değil. Yüzbaşıysanız, bekledikçe binbaşı, bekledikçe yarbay, bekledikçe albay olursunuz. Dolayısıyla onlara iş yaratmak gerekir. Siz de bir sürü karargâh yaratırsınız. Ankara’da akşamüstü Bakanlıklar semtine doğru gidin, tamamen asker şapkası görürsünüz.
Niye?
Bu, dünyanın hiçbir başkentinde görülebilecek bir manzara değildir. Ankara trafiğindeki en büyük yük, askerî servis araçlarıdır. Dünyanın her yerinde askerî birlikler, karargâhlar sivil alanların dışına götürülürken, bizde aksine bunlar şehirlerin tam göbeğindedir. Genelkurmay, Deniz ve Hava Kuvvetleri parlamentonun tam karşısındadır. Cumhurbaşkanlığı Köşkü de zaten askerî alandır. Etrafında, “Askerî bölgedir, girilmez!” yazılıdır. Kısacası bizim şehirlerimiz aslında birer garnizondur. Biz de askerî yerleşkenin, yani askerî kampusun içindeki diğer insanlarız işte...
Profesyonel orduya geçilirse bu garnizon görüntüsü kalkar mı?
Profesyonel orduya geçildikçe kalkacak ister istemez. Mesela Ankara’da pek çok yerde lüzumsuz trafik ışığı görürsünüz. O yerler askerî birliklerdir. Askerî birlikten bir otomobil çıkacaksa kırmızı yanar ve elli araba durur. Sonra o ışıktan bir araba çıkar ve trafiğe karışır. Türkiye’de siviller, günlük hayatın her ânında garnizon kurallarına göre yaşıyor. Zorunlu askerlik kalkmadıkça, bu hayat tarzı, bakış açısı ve uygulamalar bitmez. Bugün Türkiye’de 800 bin civarında asker var.
Zorunlu askerlik, “ordu-millet” ideolojisini sürdürmeye mi yarıyor?
Yarıyordu, ama artık değil! Bir sosyal bilimci olarak şunu söyleyebilirim. İnsanların eğitim seviyesi yükseldikçe bu konuda zorlanıyorsunuz. Çünkü modern toplumun bireyleri olarak insanların beklentileri, tüketim alışkanlıkları, yaşam biçimleri değiştikçe, siz köylüye yaptığınız muameleyi ve onda yarattığınız tatmini bu insanlarda yaratamıyorsunuz. Tam aksi, mümkün olduğu kadar askerlikten kaçmaya çalışan geniş bir grupla, bakaya kalanlarla, rapor alanlarla, bedelli askerlik çıksın diye bekleyenlerle, askere gitmemek için yüksek lisans ve doktora yapan kalabalıklarla baş etmek zorunda kalıyorsunuz. Çünkü insanlar gitmek istemiyorlar. İstememeleri de çok anlaşılır bir şey. Bir iş kurmuş veya işe girmiş bir adamı alıp kapatıyorsunuz. En mağdur gruplardan biri de polisler mesela...
Polisin kendisi silahlı bir güç. Niye başka bir silahlı gücün içinde bir süre bulunmak zorunda tutuluyor? Niye yaptığı iş askerliğe sayılmıyor?
Çünkü asker polisi daima siyasi bir kuvvet olarak görmüştür. Kendisinin düşman saydığı ideolojilere ram olabilecek, onlar tarafından kullanılabilecek bir potansiyeldir askerlerin gözünde daima polis. Dolayısıyla bunları askere alıp ehlileştirme ihtiyacı duyar askerler.
Zorunlu askerlik, “ordu-millet” ideolojisini sürdürmeye yaramıyor dediniz. Tam tersine zorunlu askerlik, ordu ile milletin arasını açmaya mı başladı?
Biraz öyle oldu. Geleneksel muhafazakâr kitleler bile orduyla aralarına mesafe koymaya başladılar. Onlarda bile artık zorunlu askerliğe ve askerlik sürelerinin uzunluğuna bir karşı çıkış var. Bir insanı 15 veya 12 ay bütün sosyal ve iktisadi etkinliklerinden uzak tutuyorsunuz. Kaldı ki bir de tehdit var. Bu ülkede çatışma var ve askere giden adam ölüm tehdidiyle karşı karşıya. Savaşın tipi değişti demiştim.
Evet...
Artık bir tümen gücüyle PKK ile harp edemezsiniz. Gerilla savaşına karşı ancak profesyonel küçük birimlerle harp edersiniz. Aslında askerliği yücelten, kutsayan Cumhuriyet ideolojisinin ve eğitimin bir sonucu olarak bu toplumda, TSK’nın bir kendiliğinden prestiji vardır. Askerlik millet ve vatan için kendini feda etmeye hazır olmaktır. Fakat PKK ile ortaya çıkan çatışmanın bu kadar uzaması ve ülkenin her noktasına cenazelerin gitmesi ordunun prestijini çok sarstı. Gerçi bu tepki PKK’ya öfke biçiminde tezahür ediyor ama arkasında bir başka duygu da var bunun.
Aslında tepki kime karşı?
Bu durum, orduya karşı güvensizliği de pekiştiren bir şey. Toplumun bilinçaltında, “Sen benim çocuğumu korumuyorsun” duygusu büyümeye başladı. Yakında bu bilinçaltı yukarıya çıkacak. İnsanlar “ben çocuğumu göndermiyorum kardeşim” demeye başlarlar. Çünkü bir tür baba gibi kodlamış olduğu, çok güvendiği asker bir şeyi çözemiyor. Her şeye gücünün yettiğini düşündüğünüz babanızın aslında iktidarının olmadığını görmeniz ve bununla yüzleşmeniz gibi bir durum bu. 1984 Eruh baskınıyla başlayan ve 2010’da hâlâ sonuçlandırılmamış bir çatışma var ortada. Hâlâ bir çözüm yok. İnsanlar gidiyor ve cenazeleri geliyor. Artık insanları, “bunları Amerika, AB manipüle etmese, biz bu işi çözeriz” diye de ikna edemiyorsunuz. Şu anda TSK, yönetenleri açısından çok sıkıntılı bir kurum.
Tek tipe gelelim. Geçen yıl Genelkurmay gene tek tip askerliği gündeme getirmişti ve süresini 15 ay olarak öngörmüştü. Bu yıl süreyi kısalttı ve 12 aya indirdi. Genelkurmay niye tek tipte ısrar ediyor?
Şu anda Genelkurmay konjonktürel bir hata yapıyor. Tek tip ve uzun süreli zorunlu askerlikte ısrar etmek stratejik bir hatadır. Çünkü halk bunun zorunluluğuna inanmaz. İnsanların şimdilik zorunlu askerliğe bir şey dediği yok. Ama siz herkes aynı süreyle ve aynı rütbeyle askerlik yapacak dediğiniz zaman, insanlarda ne yapılmak istendiğine dair kuşku yaratırsınız. Elektronik mühendisini piyade eri yapmak gibi bir derdin nasıl olabilir ki? Hukuk doktorası olan bir adamın niye piyade eri olmasını istiyorsun?
neseduzel@gmail.com
YARIN
Tek tip askerlik istemenin nedeni ne?
Türkiye’de askerî vesayet bitti mi?
Bizimki gibi ordu kaç ülkede var?
Neden ordu karakollarda ısrar ediyor?
Asker iyi eğitiliyor mu?
Kemalist programın içeriği nedir?
Türkiye toplumu asker millet mi?
Zorunlu askerlik kalkar mı? Ne zaman kalkar?* Yıldıray Oğur'un Semih Kaplanoğlu'yla yaptığı söyleşi: http://taraf.com.tr/haber/tecavuze-ugrayan-bosnali-kadinlar-icin.htm
0 yorum